Misafir Kalem

Misafir Kalem

Konuk Yazar
[email protected]

Ağaç Korkutma... ŞAMANİZM GÜNÜMÜZDE HALA YAŞIYOR

23 Ekim 2022 - 19:49


Etem Oruç

Karapınar ilkokulunda okuduğum  yıllar. Alamutlu Tahtacılar Karıncalı dağda kesim yapıyor. Küçük gereksinimlerini karşılamak için, ihtiyacı olanlara katırlarla odun ya da kolastar ile kesilmiş kaçak tahta getiriyorlar.
 
Babam, tanıdık Alamutlular’a söylemiş, bir gün sabahın köründe evimizin bahçesine iki katır yükü tahta getirdiler. Evimizde oturup hep beraber kahvaltı yaptık. Babam çok sevdiği Veli ağaya: 
“Borcumuz nedir, söyle de ödeyelim kardeşlik,” dedi. 
 
Veli ağa gülümseyerek: 
“İki katır kerestenin borcu mu olurmuş gadeşlik! İki horoz tutuver de biz dağımıza dönelim.” 
 
Paranın pek geçmediği, yiyeceklerin değişim, tarlalara imece ya da ödüç gidildiği günler.

Katırın biri evin önündeki kayısı ağacının yapraklarını yemeye başlayınca koştu Veli ağa.  Babam da:
 “Yesin varsın, hiç meyve verdiği yok,” deyince Veli Ağa;
“Korkutalım o zaman,” dedi. 
“Doğada olan her şeyin bir canı, ruhu vardır. Biz ağaçları keserken bile onlardan izin alır, özür dileriz. İnsanlar gibi onlar da korkarlar. Şu baltayı getirin bakayım.”
Baltaya sallayarak, “meyve vermiyorsa keselim” deyince babam, “Dur kesme, seneye verir,” diye üç kez engel oldu.
Ertesi yıl o kadar çok meyve verdi ki inalılır şey değil. 

Anadolu’da “ağaç korkutma” diye bir gelenek varmış. Şaman inancında ağaçların ruhları olduğuna inanıyorlar. 
Meyve vermeyen ağacın yanına, bir elinde balta ile gidiyor insanoğlu. Diyor ki: “Keseyim mi seni, keseyim mi?” Oyuna dahil başka biri gelip diyor ki: “Aman beyim kesme, bu sene vermediyse seneye kesin verir meyvesini.” Üç kere tekrarlıyorlar bu oyunu. İnsanlar ağacı bağışlıyor.

 Sonunda yine de göz dağı olsun diye bir çizik atıyor gövdesine. Canını azıcık yakıyor ki kesilince neler olacak hissetsin. Gerisi ağaca kalmış…  
 
Türk Şaman inancında Tanrı (Tengri) tektir. Ancak Tanrı olmamasına rağmen birçok bakımdan onu anımsatan kutsal varlıklar vardır. Bunlardan biri de Türk mitolojisinde önemli bir yere sahip olan “Yaşam Ağacı”dır.
 
“Dünya Ağacı, “Şaman Ağacı”, “Evliya Ağaç”, “Ulukayın” “Baykayın”, “Bayterek”, “Demir Kavak” vb. birçok farklı isimle de karşımıza çıkan “Yaşam Ağacı”nın dinde, mitolojide ve felsefede yer aldığını görmekteyiz. “Yaşam Ağacı” sembolüne başta Asya toplumları olmak üzere birçok kültürde rastlamaktadır. Ortaya çıkışının tarih öncesi dönemlere kadar uzandığı kabul edilmektedir. 

Türkler eskiden beri doğaya ve özellikle de ağaçlara büyük bir saygı göstermişlerdir. Bozkırın ortasında bulunan tek bir ağaç onlar için dokunulmazdı. Kimse ona zarar veremezdi.  Ağaçlara zarar verilmez ancak ihtiyaç duyulduğu kadarı ile yararlanılırdı.
 
Ağaç yazın gölgesiyle, kışın ateşiyle insanların hayatını kolaylaştırırdı. Ağacın ruhu bebekleri korusun diye yeni doğan bebeklere ağaçtan beşik yapılırdı. 
Ağacın dallarına bez bağlamak ve dilekte bulunmak yaşam veren ağacın gücüne duyulan inancın ne denli güçlü olduğunu göstermektedir. Bu gelenek günümüzde Türklerin yaşadığı birçok bölgede olduğu gibi Anadolu’da da devam etmektedir. 

Şamanist izler taşıyan Alevilikte de  inanç, neden değil, sonuç olarak algılanır. Algılarını aleviler, Vahdet-i mevcutçu tasavvuf anlayışı ile açıklarlar. Vahdet-i mevcut, varolanların birliğini, var olan olduğu için bir de var edenin bulunduğunu, var olanların varlığın Tanrı’nın varlığını kanıtladığını dışa vuran bir felsefedir.

Yaklaşım gereği Şamanizm’i bir doğa-insan felsefesi olarak görmek yanlış olmaz. 
Umay tapımının canlı olduğu Asya Türk mitolojisinde Ay erkek, Güneş dişi olarak algılanır. Çünkü bir tanrıça olan Umay Güneş’le ilişkilendirilir. Güneş ışığı, Göktanrı’nın görüşüne taşınmış biçimi olarak algılanır. Güneş ışığı, yani Göktanrı yeryüzüne doğudan girer ve batıda terkeder. Onun için hükümdarlar otağına, insanlar çadırına doğudan girer, bu yolla güneş ışığı ululanmış olur. Kimi topluluklarda güneş ışığına kurban sunumu yapılır. 

Şaman gelenekleri Ege yöresinde hâlâ yaşamaktadır. Ağaçtan meyve toplarken uç dallardaki meyveler alınmaz. “Kurda kuşa kalsın” denir. Askere giden ya da gelin olan kızların ardından su dökülür. 
“Her şey su gibi akkın gitsin, kazadan, beladan korusun,” diye. Kötü bir şey olduğunda ya da söylendiğinde tahtaya vurulur, “Tanrı korusun” denir. Ocaktaki ateş söndürülmez, su da dökülmez, üstü külle örtülür, sac kapatılır. 

Bugün yaşadığımız inanç sistemi, yüzyıllardır yaşanan inanç sisteminin bir sentezidir. Doğaya tapan, doğanın insan yaşamı için önemini anlatan bu inançlar yaşatılmalıdır.

 Doğanın bize gereksinimi yok ama, insanların, canlıların doğaya gereksinimi var. Doğadaki dengeleri bozanlar, çocuklarının, torunlarının mezarlarını kazdıklarını unutmasınlar. 

Durmadan ağaçların kesilip beton yığını evlerin yapıldığını gördükçe içim yanıyor. Katledilen doğa ana bunun bedelini bir gün ödetir...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum