TEK GÖZLÜ KORSANLAR
‘’Yeryüzünde ne varsa hepsi, hatta bir o kadarı daha zulmedenlerin olsa, kıyâmet günü o korkunç azaptan kendilerini kurtarmak için hiç şüphesiz bunların hepsini fedâ ederlerdi. Çünkü o gün daha önce hiç hesaba katmadıkları kötü şeyler Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır.’’ (Zümer,47)
Yüce Allah (cc), zalimlere mühlet verir ama, asla ihmal etmez. Zamanı gelince onların yakasından tutar ve yaptıklarının hesabını onlara bir bir ödetir. Bu ilâhi bir kanundur ve asla değişmez. Her zalim kendine göre bir plan üzerinde çalışır fakat, Allah’ında durmadan çalışan bir planının olduğunu unutur. Unutmasalar da, o anlık güç ve kuvvetlerine güvenerek, uçurumun kenarında güle oynaya uzun eşek oynamaya devam eder.
Zalimler kendi labirent dünyalarında planın her çeşidini hazırlar ve bunları ardı arkası sahneye sürerler. Ama onlar labirent girişinin ve çıkışının ilâhi adaletle, ilahi planlarla örülü olduğunun farkına bile varamazlar. Onlar planlarını zalimce uygulamaya devam ederken, sol taraflarındaki hayati organları bedenlerine daima zehirli kan pompalamaya devam eder. Onlar her işi bir çıkar, bir gelir kapısı ve menfaat olarak gördüklerinden, çobanın elindeki bir tutam otla sürülerini arkasından sürüklediği gibi, izzet ikram, makam, servet ile arkalarından koyunlaşmış sürüleri koştururlar.
Bu mutiler, kendilerini sadık bir bende, kutsal bir damacana olarak gördüklerinden; cellatlarına aşık olduklarının bile farkına varamazlar. Onlar oturdukları makamın yükseldiğini görerek sevinir ve uçmaya hazır kartallar gibi gözleri hep yükseklerde olur. Çünkü yükseklerden bakmaya alışmalı, kendinden aşağıda olanları ezilecek bir haşere gibi görmeye alışmalıdırlar. Ama bunlar bu yükselişleri bu makamları ve bu servetleri bir imaj olarak göre dursun; bu havaya kalkmanın, daha yükseklerden yere çakılmanın zalimane bir tuzaktan ibaret ve korkakça bir yaşamanın bedeli olduğunu çok sonradan anlarlar.
Zalim ve ŞakşakçılarıBu mutiler, kendilerini sadık bir bende, kutsal bir damacana olarak gördüklerinden; cellatlarına aşık olduklarının bile farkına varamazlar. Onlar oturdukları makamın yükseldiğini görerek sevinir ve uçmaya hazır kartallar gibi gözleri hep yükseklerde olur. Çünkü yükseklerden bakmaya alışmalı, kendinden aşağıda olanları ezilecek bir haşere gibi görmeye alışmalıdırlar. Ama bunlar bu yükselişleri bu makamları ve bu servetleri bir imaj olarak göre dursun; bu havaya kalkmanın, daha yükseklerden yere çakılmanın zalimane bir tuzaktan ibaret ve korkakça bir yaşamanın bedeli olduğunu çok sonradan anlarlar.
Zalim siyasetin, zalim siyasetçileri olur. Onlar asla mazlumu sevmez, mağdurun gözyaşını silmezler. Kendi sürülerinden seçtikleri basiretsiz, kör ve kısır omurgasızları kendi yanlarına çekerek onlara değer verdiği imajını yayarlar. Aslında onlara her türlü kirli işlerini, kanunsuz ilişkilerini gördürerek onları da kendi rengine boyarlar. Onu yavaş yavaş mevki olarak yükseltir, yükseltir ve herkesin gıpta edeceği bir makama oturtur. Bir müddet oradan aşağılara baktırır, elde ettiği makamın ne kadar âli, ne kadar ulaşılmaz olduğunu gözüne sokarcasına kafasına sokmaya çalışır.
Aslında bu plan zalim siyasetçilerin asırların değişmesiyle değişmeyen bir planıdır. Yükseklere çıkardığı ve kendi kirleriyle kirlettiği kullanışlı bu aparatları arkadan bir tekmeyle o yükseklikten yere savurur. Çünkü ne kadar yüksekten atılırsa, ölme şansı o kadar fazla olduğunu en iyi bilen de yine onlardır. Bugünün siyasetinde bu omurgasızlara, bu karaktersizlere, bu tek kullanımlı ahmaklara gerçek manada yapılan işte budur. Makam ve mevki büyür, yükseklik artıkça artar ve hiç ummadığın bir anda arkandan yediğin bir tekmeyle kendini cehennem çukurlarından bir çukurda bulursun.
Külli ve Cüzi İrade
Yüce Allah kulunu yaratır, küllü iradeyi kendine cüzi iradeyi de kulunun eline verir. Tıpkı külli iradeyi derya, cüzi iradeyi de o deryanın içinde bir gemi ve onun dümenine oturan insan olarak düşünürsek. Allah burada çizdiği rotayı ( külli irada) kocaman bir okyanus olarak düşünürsek, Cüz-i iradeyi de o okyanusun içindeki bir gemi ve o geminin düzeninde olan insan olarak düşünün. Yüce Allah doğru kordinatları kulunun eline vermesine rağmen, onu cebren her hangi bir yöne zorlamaz. İstediği rotaya yönelip istediği limana uğrayıp, yapacağın alış verişlerle onun rızasını veya gazabını kazanmak kulun elindedir. Burada O, senin elinden iradeni almıyor. Sana senin bile tahayyül edemeyeceğin bir dünya çizerek, onun içerisinde imtihan unsuru olan her şeyi koyuyor. Yani markete giren birisi ister meyve alır, ister gıda alır isterse de alkollü içecek alır, buna Allah müdahale etmez ve kulun iradesini elinden almaz.
Bundan dolayıdır ki, hiç bir kul Allah’ın zorlamasıyla günah işlemez ve yaptığı hataları da O' na (cc) yükleyemez. Öyle bazı lafazanların dediği gibi de, hiçbir kulun günah işleme özgürlüğü de yoktur. Hayat gemisinin dümeninde insanın kendisi olsa da, bu ona günah işleme özgürlüğünü asla vermez. Çünkü yer ve yön senin gönül pusulandır. Ve hatta Yüce Allah buna rağmen yine de kullarına havalimanlarında olduğu gibi kitap ve sünnetiyle yer ve yön hizmetlerini ücretsiz olarak vermeye devam eder.
O (cc), Rahimdir
Yüce Mevla, Rahman ve Rahim sıfatının bir tecellisi olarak kulum, diyor yine de sen bilirsin ama, bu geminin ömrü şu kadardır. Bakımı şöyle şöyle yapılır. Zararlı kimyeviler bunun ömrünü kısaltır. Sefinene zarar vererek seni bu uçsuz bucaksız deryada çaresiz ve kimsesiz bırakır. Bu hayat sefinene iyi bakarak huzurlu ve kazançlı seferlere çıkıp çokça kazanıp hayatın tadını çıkar. Şu limanlara bol bol uğraman, şu limanlardan da uzak durman gerekir diye de ikaz eder ama asla müdahale etmez.
Şu limanlarda senin gibi sefinesi dayanıklı ve temiz olanlara karşı zalim korsanlar çoktur. Senin zırhın onların oklarına karşı çok dayanıklı değildir ve onlara karşı aciz kalır, güçsüz düşersin. Onlar her şeyine el koyar seni esir alırlar. Sana bal görünümlü zehir vererek damak tadını bozarlar. Sen, Benim yardımım olmadan onlara karşı koyamaz onlarla savaşamazsın. Sakın kendi elinle kendini tehlikeye atma. Aklına, bilek gücüne, malına mülküne evladına güvenip aldanma.
Şu limanlarda senin gibi sefinesi dayanıklı ve temiz olanlara karşı zalim korsanlar çoktur. Senin zırhın onların oklarına karşı çok dayanıklı değildir ve onlara karşı aciz kalır, güçsüz düşersin. Onlar her şeyine el koyar seni esir alırlar. Sana bal görünümlü zehir vererek damak tadını bozarlar. Sen, Benim yardımım olmadan onlara karşı koyamaz onlarla savaşamazsın. Sakın kendi elinle kendini tehlikeye atma. Aklına, bilek gücüne, malına mülküne evladına güvenip aldanma.
O korsanlar ilk bakışta sana mert, her şeye gücü yeten sırtlan sürüleri gibi görünebilir. Şunu unutma ki. Onlar da sen de benim çizdiğim sınırlar içerisinde nefes alıyor, hayat haklarınızı ben veriyorum. Ama onlar hâlâ kendi güçlerine, kendi makamlarına ve servetlerine güveniyorlar. Kilerlerinin anahtarlarını develerle taşıyan Karun’a yaptıklarımı; adalet, hukuk, insan haklarını ayakları altına alıp çiğneyen Firavun’u en güçlü olduğu bir anda nasıl yere serdiğimi görmezler.
Arkasına hipnoz ettiği sürüleri alıp meydanlarda güç gösterisi yaparak, o büyük cüssesiyle herkese meydan okuyan Câlut’u misket büyüklüğünde bir taşla nasıl devirdiğimi hiç görmüyorlar. Sen sadece bana güven, bana dayan, arkanda benim olduğumu bilerek cüzi iradeni adaletten, hukuktan, sevgi ve merhametten yana kullanmana bak. Gönül pusulanı benim rızamın rotasına göre ayarla. Sakın rıza rotasını şaşırma, ondan ayrılma. Bugünün zalimleri gibi gücüne güvenip sana verdiğim o irade ile Bana karşı savaş açma.
Benim irademi sadece o deryadan ibaret sayıp serkeşlik, korsanlık, haramilik yapma. Sana verilen makam, mansıp, malın ve mülk ancak rıza dairesinde kalmanın bir mükafatı olduğunu bil. Bir gurup serserinin alkışlarını, senin önünde eğilmelerini büyüklük emaresi sayma. Firavunların, Nemrutların, Karunların, Yezidlerin, Stalinlerin, Leninlerin, Saddamların sonunu bir hatırla. Onlar da kendi güç ve kuvvetlerine güvenerek kendilerini mâlik olarak gördüler ve gönül pusulalarını rızadan zulme çevirdiler. Böylece uğradıkları her limanda, elde ettikleri her makamda, sahip oldukları her alanda zulmetmekten zevk alarak, masum çığlıklarıyla sonu cehennem olan bir dünya korosu kurdular.
Gittikleri limanı, dümeninde oldukları gemiyi, rotasına kilitlendikleri her sahili kendi mülkü ve kendi malı zannettiler. Ve bu zanla zalimleşip masum ve mazlumlara sırtlanların leşlere uçuştuğu gibi saldırmaya başladılar. Keşke bununla da kalsalardı. Hiçbir zaman benim rıza rotamdan sapmayan, güç ve kuvvetini sadece benden alan mülkümün sadık bendelerine düşman kesilerek, kendi mülkümde bana ağalık taslamaya kalktılar. Sabretmesini bilen kullarıma benim ahdimdim var, çünkü; ‘’ Ben sabredenlerle beraberim’’
Tek Gözlü Korsanlar
Bu rızai ilâhi kaçakları yıllardır gönül sahillerimizin korkulu rüyası oldu. Kendi rızası dışında hiçbir rızaya razı olmayan bu tek gözlüler, bugüne kadar hiç görülmediği kadar vahşetin, zulmün, dehşetin taşeronluğunu yaptılar. Ve böylelikle Hak ve adaletin, hukuk ve dürüstlüğün; merhamet ve sadakatin; insanlık ve sevginin ırzına geçtiler. Adaleti, hukuku; sevgi ve merhameti görmeye odaklı o tek gözüne bir kara lastik takarak, kendileri gibi yarım görmeyen, şaşı bakmayan, merhamet gözünü kapatmayan herkesi hain vitrinlerine hapsettiler. İşte bundan dolayıdır ki, iki gözü ve gözü üzerinde iki kaşı olan herkesi adaletten, hukuktan, insanlıktan yana görüp, hayatlarını zindanlara çevirerek düşman bellediler.
Zaten dümeninde tek gözlü bir korsanın olduğu hiçbir sefinenin rotasında ilerlemesi düşünülemezdi. Cebren ve hile ile yağmaladıkları sahilleri, kendileri gibi tek gözlü korsan sürülerine peşkeş çekerken; yalancılığı, yalakalığı, linç etmeyi, güce tapmayı; adaletin gözüne korsan lastiği takarak gerçekleri ört pas edeceklerini zannına kapıldılar. Ve gerçeklerin geçte olsa bir gün ortaya çıkacağı gerçeğini unutarak, hem bu dünyalarını hem de öbür dünyalarını cehenneme çevirerek kendilerine yazık ettiler.
Güç ve kuvveti; makam ve mevkii; para ve serveti bir istinat noktası olarak görüp insanlara zulmeden bir zihniyet, zulmünde zirveleri tutsa da İslam’ın bu son karakolu Anadolu topraklarına asla kök salamayacaktır. Şiddetli fırtınalarla devrilip giden ağaçlar gibi üst üste devrilip gideceklerdir. Hazana uğramış yapraklar gibi tutundukları dallardan savrulup yere yeksan olacak; bu necip topraklara saçılmış insani ve îmani tohumları tekrar neşvu nema bularak bu toprakları yeni bir bahara hazırlayacak.
Çünkü, Hz. Muhammed (sav)’ın ‘’ burası benimdir’’ dediği bu son Anadolu Karakolu’na hiçbir Pers kırıntısı, hiçbir Tahmasip nesli kök salıp hakim olamayacak; bu toprakları kendi ateşgâhlarına çeviremeyeceklerdir.
Çünkü, Hz. Muhammed (sav)’ın ‘’ burası benimdir’’ dediği bu son Anadolu Karakolu’na hiçbir Pers kırıntısı, hiçbir Tahmasip nesli kök salıp hakim olamayacak; bu toprakları kendi ateşgâhlarına çeviremeyeceklerdir.