Filistinlilere Ağlayan İngiliz Delikanlı
Sosyal medyada dolaşırken karşıma çıkan bir video ülkem adına beni benden, insanlığımdan, Müslümanlığımdan utandırdı. Gözyaşlarımdan, nefes alış-verişimden; soframdan, yatağımdan gözlerimin kuruluğundan, utandırdı. Namazımdan, ezanımdan, camimden, seccademden utandırdı. Liderlerimden, hükümetimden, siyasetçilerimden utandırdı.
Diyanetimden, cami hocalarımdan, ilahiyatçılarımdan; milliyetçilerimden, sanatseverlerimden, hayvan severlerimden beni utandırdı. Sessizliğimizden, arsızlığımızdan; geceleri yorgan altından kalkamayışımızdan, yataklarla yapışık ikiz haline gelişimizden utandırdı. Partimize, liderimize, şeyhimize, cemaatimize, giyeceğimiz elbisemize önem verdiğimiz kadar Filistin’e karşı duyarsız kalışımızdan utandırdı. Hepsinden önemlisi kendi ülkemde, ülkümde, camimde, sokağımda bir gayri Müslüm kadar dahi Filistin’i, Gazze’yi haykıramadığımdan ve haykırmaya çalışanların engellendiğinden utandırdı.
Gavur! Dediklerimiz
Beni utandıran o videoda ne vardı derseniz, ben bu videoda dünyanın insani ve îmani bir resmini gördüm. Ve çok yakın bir zamanda Filistinli kardeşlerimizin bu iman mücadelesinin dünyaya hakim olacağını ve dünya barış adacıkları haline geleceğini gördüm. Ben şimdi o videoya döneyim ve senden olmayan, yıllardır ‘gavur’ diyerek eleştirdiğimiz ve ötekileştirdiğimiz bir İngiliz Hristiyan gencin gözyaşlarına bakalım. İngiliz Hristiyan bir delikanlının dizleri üzerine çökerek, gözyaşları içinde Mısır’dan Filistin’e geçmek, Gazzeli Müslümanlara gönüllü yardım etmek için Mısırlı Müslüman askerlerin barikati açması için onlara yalvarıyordu. Gözyaşları içinde aynen şöyle diyordu.
‘’Lütfen, diz çöküp yalvarıyorum. Filistin’e yürümemize izin verin. İslam ümmetinin yanında olun. Lütfen İslam kardeşlerinizin yanında durun. Beni kalplerine kabul ettiler. Oraya hemşire olarak gitmek için para verdim. Açlıktan ölen Müslüman çocukları doyurduğum için beni çölde dövdüler. Çocuklar için. Sükunetiniz nerde? Kalbiniz nerde? Kadınlar bebeklerini doyurmaya çalışıyor ama göğüsleri boş. İnsanlık için, sevgi için kardeşlerinizin yanında olun. Böyle bir şeyi daha önce ne gördüm, ne de yaşadım. Lütfen bu insanlar için diz çöküp size yalvarıyorum. Aslında ben gururlu bir adamım, hemşireyim. Filistin’e kendi imkanlarımla gittim. Kollarımda bebekler öldü. Hamile kadınları gözümün önünde vurdular, gözümün önünde. İnsanlık ve İslam sevgisi adına, lütfen bunu bana yapmayın. Gazze’ye yürümemize izin verin. Biz insanlık için buradayız. Siz neden buradasınız. Bunu yapmak zorunda değilsiniz. Emirleri uygulamak zorunda değilsiniz. ‘’
Kanım Dondu
Bir Hristiyan gencinin gözyaşları içinde diz çökerek Müslüman Mısır askerine, kendi dindaşı için yalvarıyordu. Hatta bir genç de onun yakarışlarını Mısırlı askerlere tercüme ediyordu. Ama ne yazık ki tercüme eden genç, İngiliz gencinin bu yakarışları karşısında askerlerin bu vurdum duymazlığına daha fazla dayanamayıp tercümeyi yarıda bırakarak oradan ayrıldı. İngiliz Hristiyan genç durmadı, yüreği insan sevgisiyle öyle doluydu ki, karşısındaki askerler sözlerinden bir şey anlamasalar da o gözyaşlarıyla anlatmaya devam ediyordu.
Bu Hristiyan genç benim ciğerimi yaktı. Seni alnından öpüyorum genç. Dininin, renginin, dilinin ne önemi var ki. Sen, bugün benim yapmam gereken vazifeyi yaparak millet olarak beni utandırdın. Benim gibi bu işin lafazanlığını değil, vefakarlığını bana öğrettin. Sen, dilini anlamayan bir Müslüman askere gözyaşlarınla yüreğindeki insanlık sevgini, insanlık elini gösterdiğin halde ben gece yatağımdan, yorganımdan ayrılıp, gecenin zülüfleri üzerine Gazze için bir damla gözyaşı bile dökemedim. Ben iman ediyorum ki, yanaklarından akıttığın o inci taneleri inşallah çok yakın bir zamanda Gazze’deki o ateşleri söndürecek, bütün insanlık Filistin sayesinde bir araya gelecek. Değil mi ki siz din, dil ayırt etmeden Filistin’in imdadına koşarak dünyaya bir kez daha insanlık dersi verdiniz.
Bütün Dünya Ayakta, Biz Hala Yataktayız
İnsanı asıl kahreden bütün dünyanın Filistin ve Gazze’yi unutturmamak adına her gün ayakta olmasına rağmen; Müslüman dünyasının siyasi liderleri, siyasetçileri, saman alevi misali birden alevleniyor ve sonrada sönüp gidiyor. Avrupalılar tren garlarında, sokaklarda, büyük şirketlerin önünde, Yahudilerin katıldığı organizasyonlarda, mezuniyet törenlerinde, otellerde, uçaklarda Gazzelilerin haklı davasını haykırırken, benim ülkemde sokağa çıkmaya korkar hale getirildik. Biz kınamakla, hatimlerle, vaazlarla, yılda bir yapılan büyük mitinglerle klima karşısında çekirdek çıtlatıyor, balkonlarımıza Filistin bayrakları asmakla kendimizi avutmaya devam ediyoruz.
Halbu ki, devlet-millet olarak Filistin’nin yanında olduğumuzu, onlarla kardeş, dindaş bir ve beraber olduğumuzu söylüyoruz. Hani nerde? Kimler sokaklarda, garlarda, barlarda, toplantılarda yürüyüş ve protestolar yapıyor? Çok azı istisna kim Gazze ve Filistin için sokakları dolduruyor, farkındalık yaratmak için değişik yollara başvuruyor? Ama hiç kimse de kendisine şu soruyu sormuyor. Halka İsrail mallarını protesto etme çağrısında bulunanlar neden ülkeye bunların girişine izin veriyor? Neden İsrail’le hala değişik yollarla ticareti sürdürüyor? ‘’ Vallahi ne güzel iş. Olmadı mı kader; bulamadı mı kısmet; yapamadı mı nasip? Ne güzel bir dünya oooh!’’ Yani, Cenabı Hakk alnımıza ne yazdıysa o öyle mi? Ama Cenabı Hakk o alnımızın arkasına bir tane de beyin koymuş düşünelim diye.
Görünen O ki
Görünen o ki, Gazze dışında bütün dünya işgal edilmiş. Siyasetimiz, basınımız, okullarımız, sokaklarımız, camilerimiz, kurumlarımız, gönüllerimiz, ahlakımız, kültürümüz, hanelerimiz, seccadelerimiz; televizyonlarımız, sinemalarımız, marketlerimiz, kütüphanelerimiz. En acı tarafı da, kader deyip yan gelip yatanlar bununla nasıl başa çıkacağımızı, bu yükün altından nasıl kalkacağımızı düşünmek bile istemiyor.
Görünen tek bir yol kaldı o da alnımızın arkasındaki beynimizi kullanarak; işgal altında olan ve küllenmeyi bekleyen duygularımız için bu mikroba karşı yeni bir aşı geliştirmek. İşe, evdeki kör makası çıkarıp, cebimize kursağımıza kadar inmiş olan bu kanlı ve bu hain Yahudi elini az çok demeden, gözümüz neye yetiyorsa kesmeye çalışmalıyız. Çünkü bundan sonra artık bu ülkede siyasetin ve siyasetçinin, partilerin, cemaatlerin, camilerin, eğitim yuvalarının; kariyerin, makamın ve hatta insanca yaşamanın bile bir anlamı kalmadı. Kimse de bunlardan bir şey beklemesin.
Bütünlüğe değil; Birliğe İhtiyacımız Var
Birliğe ihtiyacımız var. Bütün dinler, mezhepler, tarikatler, guruplar, bireyler din dil, soy sop ayırt etmeden bir çizgi üzerinde bir araya gelmelidir. İşte bugün Filistin için bütün insanlık böyle bir birlik tesis etmiş durumda. Bunun devam ettirilmesi lazımdır. Bütünlük başka, birlik başka şeydir. Çünkü birlik kaynaktan tesis edilen bir haldir. İşte bizi yapan amilde de budur. Biz neden biriz? Biz nasıl kardeş olduk. Kimimiz Filistin’de, kimimiz Ürdün’de, kimiz Amerika’da ve kimimiz Türkiye’de doğduk. Irklarımız farklı, dillerimiz farklı, ailelerimiz farklı ise o zaman bizi kardeş kılan nedir?
İşte bizi bugün Gazze ile, Filistin ile ve dünyanın dört bir tarafındaki insanlara kardeş kılan; gelmiş geçmiş bütün peygamberi de kardeş yapmıştı. Hepsinin bir kavmi, bir ırkı, bir mensubiyeti vardı ve ayrı ayrı toplumlara gelmişlerdi. İşte insanlığın birliği böyle bir birlikti, bir bütünleşme değildi. Kaynağa bakmak ihtiyacımız var. Kaynağı örten düşünce biçimlerinden zihnimizi yıkamaya, gönlümüzü durulamaya ihtiyacımız var. Yaratılanları Yarataddan dolayı sevmeye ihtiyacımız var. Asırlardır bu particilik kavgaları, lider peşinden koşmalar, mitinglerde bağırıp çağırmalar, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar, iftiralar insanlığa ancak bir aldanmışlık bir hırs, bir düşmanlık ve bir de acımasızlık kazandırmıştır.
Bizim sorunumuz alınyazısı, kader, nasip kısmet deyip alnımızın arkasına Allah’ın koyduğu o organı çalıştıramayışımızdır. Kur’an defalarca ‘akletmiyor musunuz? düşünmüyor musunuz? ‘’ derken işte o organın unutan bizlere sesleniyordu. Sonuç; su ile abdest almadık bize kanla abdest aldırıyorlar. Bunun çaresi toplum olarak birlik içinde tekrar bize ait olan o kaynağın başını tutmak; ‘’ ateş düştüğü yeri yakar’’ bencilliğinden sıyrılıp; ‘’ateş nereye düşerse düşsün benim ciğerimi yakar’’ diyargamlığına dönmektir. Gerisi hep ANGARYA.
‘’Lütfen, diz çöküp yalvarıyorum. Filistin’e yürümemize izin verin. İslam ümmetinin yanında olun. Lütfen İslam kardeşlerinizin yanında durun. Beni kalplerine kabul ettiler. Oraya hemşire olarak gitmek için para verdim. Açlıktan ölen Müslüman çocukları doyurduğum için beni çölde dövdüler. Çocuklar için. Sükunetiniz nerde? Kalbiniz nerde? Kadınlar bebeklerini doyurmaya çalışıyor ama göğüsleri boş. İnsanlık için, sevgi için kardeşlerinizin yanında olun. Böyle bir şeyi daha önce ne gördüm, ne de yaşadım. Lütfen bu insanlar için diz çöküp size yalvarıyorum. Aslında ben gururlu bir adamım, hemşireyim. Filistin’e kendi imkanlarımla gittim. Kollarımda bebekler öldü. Hamile kadınları gözümün önünde vurdular, gözümün önünde. İnsanlık ve İslam sevgisi adına, lütfen bunu bana yapmayın. Gazze’ye yürümemize izin verin. Biz insanlık için buradayız. Siz neden buradasınız. Bunu yapmak zorunda değilsiniz. Emirleri uygulamak zorunda değilsiniz. ‘’
Kanım Dondu
Bir Hristiyan gencinin gözyaşları içinde diz çökerek Müslüman Mısır askerine, kendi dindaşı için yalvarıyordu. Hatta bir genç de onun yakarışlarını Mısırlı askerlere tercüme ediyordu. Ama ne yazık ki tercüme eden genç, İngiliz gencinin bu yakarışları karşısında askerlerin bu vurdum duymazlığına daha fazla dayanamayıp tercümeyi yarıda bırakarak oradan ayrıldı. İngiliz Hristiyan genç durmadı, yüreği insan sevgisiyle öyle doluydu ki, karşısındaki askerler sözlerinden bir şey anlamasalar da o gözyaşlarıyla anlatmaya devam ediyordu.
Bu Hristiyan genç benim ciğerimi yaktı. Seni alnından öpüyorum genç. Dininin, renginin, dilinin ne önemi var ki. Sen, bugün benim yapmam gereken vazifeyi yaparak millet olarak beni utandırdın. Benim gibi bu işin lafazanlığını değil, vefakarlığını bana öğrettin. Sen, dilini anlamayan bir Müslüman askere gözyaşlarınla yüreğindeki insanlık sevgini, insanlık elini gösterdiğin halde ben gece yatağımdan, yorganımdan ayrılıp, gecenin zülüfleri üzerine Gazze için bir damla gözyaşı bile dökemedim. Ben iman ediyorum ki, yanaklarından akıttığın o inci taneleri inşallah çok yakın bir zamanda Gazze’deki o ateşleri söndürecek, bütün insanlık Filistin sayesinde bir araya gelecek. Değil mi ki siz din, dil ayırt etmeden Filistin’in imdadına koşarak dünyaya bir kez daha insanlık dersi verdiniz.
Bütün Dünya Ayakta, Biz Hala Yataktayız
İnsanı asıl kahreden bütün dünyanın Filistin ve Gazze’yi unutturmamak adına her gün ayakta olmasına rağmen; Müslüman dünyasının siyasi liderleri, siyasetçileri, saman alevi misali birden alevleniyor ve sonrada sönüp gidiyor. Avrupalılar tren garlarında, sokaklarda, büyük şirketlerin önünde, Yahudilerin katıldığı organizasyonlarda, mezuniyet törenlerinde, otellerde, uçaklarda Gazzelilerin haklı davasını haykırırken, benim ülkemde sokağa çıkmaya korkar hale getirildik. Biz kınamakla, hatimlerle, vaazlarla, yılda bir yapılan büyük mitinglerle klima karşısında çekirdek çıtlatıyor, balkonlarımıza Filistin bayrakları asmakla kendimizi avutmaya devam ediyoruz.
Halbu ki, devlet-millet olarak Filistin’nin yanında olduğumuzu, onlarla kardeş, dindaş bir ve beraber olduğumuzu söylüyoruz. Hani nerde? Kimler sokaklarda, garlarda, barlarda, toplantılarda yürüyüş ve protestolar yapıyor? Çok azı istisna kim Gazze ve Filistin için sokakları dolduruyor, farkındalık yaratmak için değişik yollara başvuruyor? Ama hiç kimse de kendisine şu soruyu sormuyor. Halka İsrail mallarını protesto etme çağrısında bulunanlar neden ülkeye bunların girişine izin veriyor? Neden İsrail’le hala değişik yollarla ticareti sürdürüyor? ‘’ Vallahi ne güzel iş. Olmadı mı kader; bulamadı mı kısmet; yapamadı mı nasip? Ne güzel bir dünya oooh!’’ Yani, Cenabı Hakk alnımıza ne yazdıysa o öyle mi? Ama Cenabı Hakk o alnımızın arkasına bir tane de beyin koymuş düşünelim diye.
Görünen O ki
Görünen o ki, Gazze dışında bütün dünya işgal edilmiş. Siyasetimiz, basınımız, okullarımız, sokaklarımız, camilerimiz, kurumlarımız, gönüllerimiz, ahlakımız, kültürümüz, hanelerimiz, seccadelerimiz; televizyonlarımız, sinemalarımız, marketlerimiz, kütüphanelerimiz. En acı tarafı da, kader deyip yan gelip yatanlar bununla nasıl başa çıkacağımızı, bu yükün altından nasıl kalkacağımızı düşünmek bile istemiyor.
Görünen tek bir yol kaldı o da alnımızın arkasındaki beynimizi kullanarak; işgal altında olan ve küllenmeyi bekleyen duygularımız için bu mikroba karşı yeni bir aşı geliştirmek. İşe, evdeki kör makası çıkarıp, cebimize kursağımıza kadar inmiş olan bu kanlı ve bu hain Yahudi elini az çok demeden, gözümüz neye yetiyorsa kesmeye çalışmalıyız. Çünkü bundan sonra artık bu ülkede siyasetin ve siyasetçinin, partilerin, cemaatlerin, camilerin, eğitim yuvalarının; kariyerin, makamın ve hatta insanca yaşamanın bile bir anlamı kalmadı. Kimse de bunlardan bir şey beklemesin.
Bütünlüğe değil; Birliğe İhtiyacımız Var
Birliğe ihtiyacımız var. Bütün dinler, mezhepler, tarikatler, guruplar, bireyler din dil, soy sop ayırt etmeden bir çizgi üzerinde bir araya gelmelidir. İşte bugün Filistin için bütün insanlık böyle bir birlik tesis etmiş durumda. Bunun devam ettirilmesi lazımdır. Bütünlük başka, birlik başka şeydir. Çünkü birlik kaynaktan tesis edilen bir haldir. İşte bizi yapan amilde de budur. Biz neden biriz? Biz nasıl kardeş olduk. Kimimiz Filistin’de, kimimiz Ürdün’de, kimiz Amerika’da ve kimimiz Türkiye’de doğduk. Irklarımız farklı, dillerimiz farklı, ailelerimiz farklı ise o zaman bizi kardeş kılan nedir?
İşte bizi bugün Gazze ile, Filistin ile ve dünyanın dört bir tarafındaki insanlara kardeş kılan; gelmiş geçmiş bütün peygamberi de kardeş yapmıştı. Hepsinin bir kavmi, bir ırkı, bir mensubiyeti vardı ve ayrı ayrı toplumlara gelmişlerdi. İşte insanlığın birliği böyle bir birlikti, bir bütünleşme değildi. Kaynağa bakmak ihtiyacımız var. Kaynağı örten düşünce biçimlerinden zihnimizi yıkamaya, gönlümüzü durulamaya ihtiyacımız var. Yaratılanları Yarataddan dolayı sevmeye ihtiyacımız var. Asırlardır bu particilik kavgaları, lider peşinden koşmalar, mitinglerde bağırıp çağırmalar, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar, iftiralar insanlığa ancak bir aldanmışlık bir hırs, bir düşmanlık ve bir de acımasızlık kazandırmıştır.
Bizim sorunumuz alınyazısı, kader, nasip kısmet deyip alnımızın arkasına Allah’ın koyduğu o organı çalıştıramayışımızdır. Kur’an defalarca ‘akletmiyor musunuz? düşünmüyor musunuz? ‘’ derken işte o organın unutan bizlere sesleniyordu. Sonuç; su ile abdest almadık bize kanla abdest aldırıyorlar. Bunun çaresi toplum olarak birlik içinde tekrar bize ait olan o kaynağın başını tutmak; ‘’ ateş düştüğü yeri yakar’’ bencilliğinden sıyrılıp; ‘’ateş nereye düşerse düşsün benim ciğerimi yakar’’ diyargamlığına dönmektir. Gerisi hep ANGARYA.