Son yıllarda sıkça duyuyoruz: “Tarımda üretim arttı.” Evet, rakamlar öyle söylüyor. Ama peki, çiftçinin cebine ne kadar para giriyor? İşte asıl mesele burada başlıyor.
Bugün tarımda “verimlilik” denince aklımıza hâlâ dekar başına alınan ürün miktarı geliyor. Oysa bu, resmin sadece bir kısmı. Gerçek verimlilik, harcadığınla kazandığın arasındaki farkta gizlidir. Basit bir ifadeyle; sol cebinden masraf olarak ne çıktı, ürünü sattığında sağ cebine ne girdi?
Ne yazık ki, son 50 yılda bu denge çiftçi aleyhine bozuldu. Eskiden bir dekar buğday için 20 kilo gübre yeterken, şimdi 60 kiloya kadar çıkıyor. Traktör sayısı arttı, tarlalar daha sık sürülüyor, mazot tüketimi katlandı. Kısacası, üretim arttı ama maliyetler daha da hızlı arttı.
Üstelik üretim artınca ürünün fiyatı da ucuzladı. Yani çiftçi, daha fazla çalışıp daha çok harcadı, ama eline geçen para azaldı.
Bu denklemde kim kazandı?
Traktör satıcıları, gübre ve ilaç firmaları, tohum devleri ve kredi veren bankalar… Kaybeden ise üreten, yani çiftçi.
Köyler boşalıyor. Tarımdan umudunu kesen gençler şehre göç ediyor. Bu göç, sadece kırsalı değil, şehirleri de zorluyor. İşsizlik artıyor, yaşam pahalılaşıyor, sosyal sorunlar büyüyor.
Böyle giderse tarım arazileri yakında büyük şirketlerin eline geçecek. O zaman da soframızdaki ekmeğin, tarladaki buğdayın fiyatını çiftçi değil, şirketler belirleyecek.
Oysa tarım, sadece ekonomik bir sektör değil; bir ülkenin geleceğini, bağımsızlığını ve toplumsal dengesini belirleyen bir alandır. Gerçek verimlilik, yalnızca üretimi artırmakla değil, çiftçinin emeğini yaşatmakla ölçülür.
Eğer bir gün soframızda yerli buğdaydan yapılmış ekmek bulamazsak, işte o zaman anlayacağız: Verimlilik değil, kendi geleceğimiz elden gitmiş.


FACEBOOK YORUMLAR