Ayhan Küyük

Ayhan Küyük

ORMANIN DİLİ
[email protected]

Çocuklarımıza "su biter" korkusu değil, "Suyun kıymetini bilirsen hayat devam eder" bilincini öğretebiliriz

25 Kasım 2025 - 16:10

Yıl 2085…
Bir sabah uyanıyorsunuz.
Çocuk yanınıza geliyor, gözleri yaşlı:
“Baba, boğazım kurudu, su içmek istiyorum…”
Eliniz musluğa gidiyor.
Çeviriyorsunuz…
Bir damla bile yok.
Buzdolabına bakıyorsunuz, pet şişe kalmamış.
Markete koşuyorsunuz; kapıda kuyruk, bir litre su 15 bin lira olmuş, karaborsada 50 bine çıkmış.İnsanlar birbirini itiyor, bağırıyor, ağlıyor.
Bu bir film değil.
Bu, bilim insanlarının “olursa böyle olur” dediği gelecek.
Ve maalesef o “olursa” artık “olacak” oldu.2085’te dünya üzerindeki her iki insandan biri, tam 5 milyar 315 milyon kişi, susuz kalacak.
Yani 10 milyar insanın 5 milyardan fazlası “su” diye yalvaracak.
Ve o susuzluk haritasının en kırmızı yeri, tam bizim üstümüz. Biz…
Bir zamanlar “su zengini” denen ülkeydik.
Nehirler coşar, göller pırıl pırıl parlar, bataklıklarımız kuşlarla doluydu.
Şimdi?
Çoğu gitti.
Kendi elimizle kuruttuk. Düşünün…
1920’ler, 1930’lar…
Köylerde yaz gelince cenaze kalkmadan gün geçmezmiş.
Çocuklar titreyerek, sararıp solarak sıtmadan ölürmüş.
Bataklıkları “şeytan yuvası” sanırlarmış.
Devlet dedi ki: “Ya bataklık kalacak ya Türk’ün evladı.”
Doktorlar, köylüler, hatta mahkumlar eline kazma aldı.
Amik Ovası, Çukurova, Acıgöl, Sultan Sazlığı, Manyas…
Bir bir kurudu.
İnsanlar kurtuldu, çocuklar yaşadı, köyler güldü.
Ama leylekler, ördekler, turnalar, balıklar…
Bir gecede evsiz kaldı.
Sonra 1950’ler…
Bulgaristan’dan bir gecede 150 binden fazla soydaşımız kovuldu.
Yaşlılar, çocuklar, birkaç bohçayla sınırımıza dayandı.
“Hoş geldiniz” dedik ama nereye koyacaktık?
Geriye bir tek çare kaldı: Hâlâ kurutulmamış göller, sazlıklar…
Dozerler yine çalıştı.
Hotamış, Ağrı Sazlığı, Gavur Gölü…
Birer birer tarihe gömüldü.
Göçmen anneler yeni açılan tarlaların ortasında hem ağladı hem dua etti:
“Allah devletimize zeval vermesin… ama burada eskiden göl varmış, balıklar uçuşurmuş…
”Zafer gibi görünen iki büyük kurtuluş hikâyemizin bedeli:
Sulak alanlarımızın %70’i yok oldu.
Doğanın su depolarıydı onlar.
Yağmur suyunu tutar, yeraltı sularını besler, sıcaklarda serinletirdi bizi.Biz öldürdük onları.
Şimdi yeraltı sularımız da tükeniyor.
Gece gündüz kaçak kuyu açıyoruz.
Birileri “benim tarlam” diye 400 metre derine iniyor,
Aslında torunlarımızın, komşu köyün, gelecek neslin suyunu çalıyor,farkında değiliz.
Bir kilo domates için 300 litre su harcıyoruz.
Hâlbuki aynı domatesi 50 litre suyla da yetiştirebiliyoruz.
Ama biz hâlâ tarlayı göl yapıyoruz, suyun çoğu buhar oluyor.
Sonra da dönüp “iklim değişti” diyoruz.
Evet değişiyor, ama asıl suçlu biziz. Şimdi düşünelim:
O bataklığı kurutan kimdi?
O kaçak kuyuya göz yuman kimdi?
Dere yatağına villa diken, göl kenarına otel konduran kimdi?
“Benim başıma gelmez” deyip susan biz değil miydik?2085’te torununuz size soracak:
“Dede, nine… Siz o zamanlar ne yaptınız?
Elinizde hâlâ zaman varken, hâlâ göl varken, hâlâ su varken…
Neden bir şey yapmadınız?
”Yapabiliriz, hâlâ yapabiliriz. Kuruttuğumuz gölleri geri getirebiliriz.
Sazlıkları yeniden canlandırabiliriz.
Kaçak kuyulara dur diyebiliriz. Tarlada vahşi sulama yerine damlama sulama kullanabiliriz.
Musluğu biraz daha az açabilir, diş fırçalarken suyu kapatabilir, çamaşırı tam dolunca çalıştırabiliriz. Küçük gibi görünüyor ama milyonlarca insan yaparsa, deniz olur.
Çocuklarımıza “su biter” korkusu değil,
“Suyun kıymetini bilirsen hayat devam eder” bilincini öğretebiliriz.
Artık “birileri yapsın” deme lüksümüz yok.
O “birileri” sensin, benim, komşunun, çiftçinin, öğrencinin, annenin…
Hepimiziz. Her sabah musluğu açtığınızda su aktığı için şükredin.
Ve lütfen şunu unutmayın:
O su bir gün bitebilir.
Eğer biz bir şey yapmazsak, bitecek.2085’te susuz kalmak kader değil.
Bugün susmak ise kendi elimizle yazdığımız bir kader. Hadi, musluğu kapatmadan önce bir kere daha düşünelim.
Sonra da bir şey yapalım.
Çünkü yapacak başka zamanımız kalmadı.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum