Abdulbaki Erdoğmuş

Abdulbaki Erdoğmuş

[email protected]
[email protected]

FAKİRLİK KADER DEĞİLDİR

17 Kasım 2025 - 21:16


Kuşkusuz insan, fizikî, coğrafi ve sosyal çevresinden bağımsız bir varlık değildir. Yapmak istediklerini engelleyen veya gücünü sınırlayan, iradesini aşan bazı durumlar söz konusudur. Yaşam ve çevresel koşulların, eylem ve olayların insan kaderinin şekillenmesinde etkisi olduğu inkâr edilmez.
Bu gerçekliğe rağmen söz konusu eylemlerin “kader” olarak tanımlanarak asıl faili Allah’ı göstermek, yöneticiler ve işbirlikçileri din adamları tarafından planlanmış bir inanç biçimi olduğunu belirtmeliyim.
Kur’an’ı Kerim’de “Kader probleminin odak noktasını oluşturan insanların fiilleri konusunda dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceği, itaat ve isyanın insanın iradesine bağlı kılındığı, kişilerin işledikleri ameller karşılığında cennete veya cehenneme girecekleri, iyi işlerinin lehlerine, kötü işlerinin aleyhlerine olduğu ve Allah’ın kullarına asla zulmetmediği ifade edilmiştir.” (el-Kehf 18/29; es-Secde 32/19-20; Sebe’ 34/37-38; Yâsîn 36/54, 63-64)
İnsan iradesine ve tercihlerine müdahale edilmediği, adaletsizliklerin, ayırımcılığın, zulmün yasaklandığı İlahi sistemde olumsuzlukları kadere yüklemek elbette doğru değildir. İnsan; iradesinde olan, tercih ve müdahale imkânı bulunan her olaydan sorumludur, sorumluluğu “kader” diye Allah’a havale etmek suçu Allah’a yıkmak demektir. Öz bir tanımla “Kader: Allah’ın her şeyi olmadan önce de olduktan sonra da ezeli ilmiyle bilmesidir.” Her şeyi bilmesi, her şeye müdahale edeceği anlamına gelmez.
--
Müslüman çoğunluk tarafından sorgulaması yapılmayan temel kavramlardan birisi de Kader meselesidir. Din bilginlerinin açık tanımlamalarına rağmen çoğunluk, dinbaz din adamlarının sözlerine itibar etmektedir.
Bu durumda insanların iradesiyle gerçekleşen zenginliği veya yoksulluğu kadere bağlamak da sinsi bir tezgâhtan başka bir şey değildir.
Dinbazlar tarafından milyonlarca insanın yoksulluğu, açlığı, hastalığı, cehaleti, yaşadığı elverişsiz ortamı “kader” olarak tanımlanmış, hallerinden şikâyet etmelerini “Allaha isyan” sayarak durumlarına rıza göstermeleri talep edilmiştir.
Diğer taraftan imar rantı, kamu imkanları, kara para, hırsızlık, yolsuzluk, suistimal ile zengin olanların haddi hesabı yoktur. Son yıllarda milyar dolarlarla anılan zenginlerin kaçı sanayicidir, yatırımcıdır, çiftçi ve üreticidir? Bu durumda iktidar imkanlarıyla mal-mülk edinmeye kader mi diyeceğiz?
Açlık sınırında yaşayan milyonlarca asgari ücretli, emekli, memur ve işçinin varlığı, milyonlarca insanın Sosyal Dayanışma Vakfından aldığı yardımla yaşamını devam ettirebildiği ülkemizde nasıl olurda fakirlik “kader” sayılabilir?
Allah-Peygamber-Kur’an-Din-Dava sloganlarıyla kamu malını, dolayısıyla halka ait olanı zimmetine geçirenleri görmezden mi geleceğiz? Yoksa dilsiz ve sağır kalmayı, susmayı, görmezden gelmeyi de kader mi sayacağız? Yoksulluğun, geçim sıkıntısının, adaletsiz paylaşımın, pazarlarda çürük sebze ve çöplüklerde yiyecek kırıntılarını toplamanın nedenlerinden birisi bu azgınlar değil mi?
Camiler inşa ederek, umre ziyaretleri yaparak, din adamlarını memnun ederek haramı helale çevirmek ve kader mazeretine sığınmakla günahlardan arınmak mümkün değildir. Yoksulluk ve yoksul varsa, zenginlik ateşten farksızdır, elbette bir gün sahibini yakacaktır.
“İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi dolusu ister” misali açgözlülerin taleplerinde sınır yoktur. Bu nedenle hazine hortumcularının, doyumsuzların, yağmacı, talancı ve tefecilerin, dinbaz ve düzenbazların zenginliği bir ülke için olduğu kadar insanlık için de bir hezeyan ve felakettir. Bu yaratıkların gözünü ancak toprak doldurur!
--
"Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsüne bakalım:
“Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.
Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek ya da koşarak ulaştığın bütün yerler senindir fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım. Seni başladığın yerde görmek istiyorum. Yoksa bütün hakkını kaybedersin” der.
Pahom, güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi dikkatini çeker orayı da almak için koşmaya başlar.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Vakit epey geçmiş. Daha hızlı koşar, koşar ama artık kesilir takati. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Abdulbaki Erdoğmuş
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum