Yardım Çığlıkları

03 Temmuz 2025 - 20:03

Bu sözlerim, kaybolmaya yüz tutmuş bütün insanlığa olsun.
Bedenlerin mutluluğu uğruna ruhlarını ölüme terk eden bizler, ölümün gerçekliğini ne zaman idrak edip geriye doğru kendimizi muhasebeye çekeceğiz? Ne zaman her şeye yeniden ‘virabismillah’ diyerek, yeniden başlayacağız. Vakit, geçiyor, yıllar su gibi akıyor ve nesiller arası köprüler bir bir havaya uçuyor. Ne zaman düştüğümüz yerden doğrulup sağımıza solumuza bakmadan ‘Ben varım’ diyerek ayaklanacağız.  Genç nesil sosyal medyada kaybolurken, yetişkinlerimiz siyasi düşüncelerinin şekillendirdiği zindanlarda can çekişirken, ortalıkta sarhoş misali dönüp duran genç neslimizi "seküler" dindarlığa kurban mı vereceğiz?

Nefsinin esiri olan kurtulamazken, bizler dünya çıkarlarımız uğruna ahiret hayatımızdan vazgeçmiş gibiyiz. Geleceğe ışık olmasını umut ettiğimiz yeni neslimiz, bir video çekebilmek veya bir fotoğraf daha paylaşabilmek için ahiretlerini kolayca satabiliyor. Üç günlük dünya hayatında alınan "beğeniler" onlar için daha değerli hale gelen insani ve imani varlıklarını kaldırımlara seren bir nesilden bahsediyoruz. Camiler boş, Kur'an sahipsiz... Müslüman gençlik kendi bedenlerine hizmet etmeyi efendilik zannetmiş durumda.  Gerçekten bir gün bize; ‘ bu gençleri neden harcadınız’ sorusu sorulmayacağına mı zannediyordunuz?

Yaşlılarımızın Çaresizliği ve Yetişkinlerin Kopukluğu

Öte yandan, çok kıymetli yaşlılarımız var. Arama yapmayı, mesaj atmayı bilmediği halde evladını ihbar etmek söz konusu olduğunda bir anda teknolojiyi kullanabilen. Evlatlarını sevmeleri ve desteklemeleri gereken anne babalar, ne yazık ki içinde bulundukları fikir zindanlarından dolayı bu haklarından mahrum kalmışlar. Mahpusun duvarları serttir, soğuktur, nemlidir ve yüreklere yüktür. Buna rağmen yaşlılarımızın gücü azaldıkça, "o doğrudur, o en iyisidir" diyerek sorgulamadan itaat etmeye mecbur kalıyorlar. Lütfen onları da anlamaya çalışalım ve dua edelim. Tutunacak  en güçlü dalımız duadır. Ama biz, bütün ince dallara tutunup yere çakıldıktan sonra mı fark edeceğiz bu gerçeği? Dua, canımız yandığında mı aklımıza gelecek?

İki nesil arasında köprü olmasını umduğumuz yetişkinler ise nehir olmayı seçti; hem kendilerini hem çevrelerini sürükleyip darmadağın ettiler. Bir taraf bağırdı: "Allah var, siz inanmayanlar cehennemde ebediyen yanacaksınız!" Öbür taraf karşılık verdi: "Sizin gibi olmaktansa, doldur kadehleri usta!" Kimse kimseye sormadı: "Sen ne okuyorsun?", "Sen neden içiyorsun?" Dini savunan yobaz oldu, kolunda dövme olan münafık ilan edildi. Görüşünden dolayı insanlar kafir diye ötekileştirildi. Böylece bir nesil heba oldu... Oysa bu nesil küçüklerine örnek, büyüklerine saygılı olmalıydı. Doğru değerlere sadık kalmalı, öğrendiği iyilikleri yaşatmalıydı. Ama olmadı... Değerlerine sadık kalmadı, nesline örnek de olmadı. Nesil, ilaçlara sarıldı. O da işe yaramazsa çözüm; yüksek katlar, bilekte çizik, bazen de kafaya sıkılan bir silahta arandı. Geçici sorunlara kalıcı çözümler ararken hem umudu hem Rabbi unuttular. Oysa çözüm, dünyevi heveslerden vazgeçmek, ahirette mutlu olmayı seçmek, Allah'ın rızasını kazanmaktı. Ama bilmiyorlardı.

Bize Deli Lazım
Kaç kişi kaldık “Allah birdir ve Muhammed (s.a.v) O’nun kuludur” diyen ve kalpten inanan? Gün geçtikçe uzaklaşıyoruz dinden, Kur’an’dan, sünnetten ve maneviyattan. Hâlimiz gittikçe kötüleşmekte. Kimse kimseye eleştiride, yorumda bulunamamakta. Bireysellik bir moda hâline geldi ve insanlık, en ufak kötü yorumda hemen kendi kabuğuna çekilen ve kalan bütün insanlığa nefret duyan bir varlık olmaya başladı. Hâlbuki biz insanız ve en büyük ayrıcalığımız irademiz, sevgimiz. Bunları kullanmak yerime ötekileştirmeyi, nefreti, şiddeti seçtik.
Merak etmekteyim; yaşadığımız kabuklardan ne zamana çıkıp birbirimize “Nasılsın?” diye soracağız? Saygı duymak ne zaman bir hayalden öte gerçeğe dönüşecek ve bizler ne zaman fark edeceğiz vicdanlarımızın varlığını?Dine sahip çıkan kızını zorla kapatıyor, dine sahip çıkan Kur’an’ı anlamak yeterli deyip sadece türkçesini okuyor; dine sahip çıkan sünnetin ne olduğunu bilmiyor; dine sahip çıkan mezheplerin farklı olmasına takılıp kalıyor; dine sahip çıkan cihadı sadece insan öldürmek zannedip kelle alıyor. Hâlbuki iki cihad vardır: büyük ve küçük. Büyük cihad, nefisle olan savaşımızdır  ve bizim asıl kazanmamız, asıl ciddiye almamız gereken savaşta işte budur.

 Küçük olan ise insanla olan, dini yaymak üzere verilen bir cihattır. Ama bu yanlış anlaşıldı, kolaya kaçıldı, kalpler bir kenara konuldu. İslam’ı temsil etmesi gereken bizler, bu yolda başarısız olmuş olmalıyız ki ahir zamanda yaşıyoruz. Kimse yaşananlar karşısında “Acaba hangi günahımın bedeline karşılık bunları yaşıyorum?” demedi. Herkes birbirini suçladı. Kimse kimseyi anlamaya çalışmadı. Herkes “akıllı” olmanın peşinde. Ama sorarım: Hangi âşık aklıyla hareket eder? Hangi âşık aklına uyup çöllere düşer? Aklına uyup kim ölür ki sevdiği için? Akıllar, kalpsiz işlevsizdir, vasıfsızdır.

Bize deli lazım. Kur’an’ı her şeyden, herkesten çok sevip benimseyecek, her kalbe girmenin arzusuna sahip, gözü yaşlı kimselere ihtiyacımız var. Bir büyüğümün; “Fakat insanların birçoğu aynı dertten mustarip olduğundan birbirlerinin rahatsızlığını fark etmiyorlar. Nasıl ki tımarhanedeki insanlar kendilerini ‘akıllı’, dışarıdakileri ‘deli’ görüyorlarsa; günümüz insanları da birbirlerindeki rahatsızlığın farkına varmıyorlar.” Sözündeki hakikat gibi.

Komşusunu, sıra arkadaşını, ev arkadaşını tanımayan insanlar var. Hâlbuki derdimiz aynı. Ne olurdu sanki bir çay eşliğinde otursak, konuşsak, beraber derttleşsek? Bu kadar akıllı olup nereye varacağız, bilmiyorum. Öleceğimizi unutuyoruz. O yüzden bu rahatlığımız, o yüzden geceleri sadece uyuyoruz, o yüzden bıraktık sevmeyi ve tüm enerjimizi almayı hayal ettiğimiz evlere, arabalara, kıyafetlere harcıyoruz. Büyük bir yanılgının içindeyiz.Unuttuğumuz bir başka gerçek ise kul olduğumuzdur. Kul olarak geldik, kul olarak da yine O’na döneceğiz. ‘’Göklerin ve yerin mutlak mülkiyet ve hâkimiyeti Allah’a aittir. Dönüş de nihayetinde Allah’adır.”(Nur, 42))

 Sevgi ve Kur'an Yolu

Bilselerdi, köprü kurmak kalıcı çözümdü. Sevgi tek kurtuluştu, para veya menfaat odaklı düşünceler değil... O zaman sigaraya değil, duaya sarılırlardı.Bugün ölen ruhlarımızın sorumlusu biziz. Kalpte oluşan yaralar geçer... ya bugün ya da yarın. Peki ya ruhta oluşan yaralar? İlacı nedir? Kapanır mı? Bir gün durur mu kanaması? "Allahu ekber" deyip insan öldürmek midir çözüm? Yoksa içip tüm ahlaki değerleri "özgürlük" adı altında silmek mi? Yok olmaya yüz tuttuğumuz bu yüzyılda, Kur'an yolu aydınlatan tek ışıktır. Ama maalesef bilenin sabrı, bilmeyenin hevesi kalmamıştır.