Demokrasiye Direnerek Sorunlar Çözülemez
Genel olarak Şark ve Ortadoğu coğrafyası, özelde de Müslüman ülkeler demokrasi, hak-özgürlük-eşitlik-adalet gibi değerler yerine millet-bayrak-din-devlet gibi kutsallaştırılmış semboller öne çıkarılarak yönetilmektedir. Bu ülkelerin bir kısmında seçimler yapılsa da halk yönetime katılamıyor, yönetimde pay sahibi olamıyor ancak yönetimin aldığı kararlara uymak zorunda bırakılıyor. Türkiye örneğinde olduğu gibi siyasi partilerin varlığı dahi bu gerçeği değiştirmeye yetmiyor.
Çünkü partiler de toplum da coğrafyamızda dar bir ideolojik çerçevede örgütleniyor. Buna bağlı olarak siyasi faaliyet alanı da daralıyor ve geniş toplumsal kesimleri kuşatması da engelleniyor. Böylece toplum ve devlet, hak temelli çoğulcu ve kuşatıcı siyasete birlikte direniyor.
Farklı ideolojik kesimlerin tamamı, partiler, politikacılar, hatta sanatçı, yazar ve aydınların da büyük çoğunluğu kendi aralarında kavgalı olmalarına rağmen çoğulcu siyasete, çoğulcu topluma ve kültürel çoğulculuğa karşı aynı safta birleşmektedirler. Bu ittifak, ihtiyaç durumunda siyasi partiler, ideolojik ve dini gruplar veya doğrudan devlet marifetiyle gerçekleşmektedir.
Demokrasi iddiasında olan bazı grup ve partilerin de aynı tutumu sergilemeleri paradoksal bir durum arz etmektedir. Oysa çoğulculuk yoksa demokrasi de yoktur. Çünkü demokrasi çoğulcu toplumların kültürel ve siyasal düzenidir.
--
Demokrasi farklı, hatta azınlık durumunda olanların haklarıyla var olduğu ve özgürce faaliyet alanı bulduğu bir siyasal sistemdir. Ancak ülkemizde ne yazık ki devlet başta olmak üzere ideolojiler ve partiler tarafından “millilik” iddiasıyla belirli ve tekçi bir kültürün dayatılması ve siyasetin de çoğulculuğa karşı samimiyetsiz tutumu demokrasinin doğru anlaşılmasını ve gelişmesini engellemektedir. Sorun sadece siyaset alanında da değil, eğitimde, diyanette, sanatta, sinemada, müzikte, sporda, sosyal alanda hem de çoğunluk desteğinde açık biçimde varlığını sürdürmektedir.
Ayrıca demokrasi; çoğulculuk, özgürlük, kadın-erkek eşitliği, hak bilinci, medeniyet, kültür ve eğitim ile gelişir. Milli, tekçi, ideolojik, mezhepçi ve dinbaz bir eğitim ve yönetim sisteminde hak, adalet ve özgürlük bilincini ve de insanlığın ortak değerlerini esas alan kültür ve inanç gelişmez. Değerler bilincinden yoksun bir toplum da asla özgürleşemez.
Kuşkusuz çoğulculuk ve özgürlük, farklılıkların kutuplaşması, ayrışması, kavga etmesi için değil, diyalog, tearuf, uzlaşma, dayanışma, ittifak ve barış içinde birlikte var olmak içindir.
Demokrasilerde partiler dâhil, siyasal, sosyal ve kültürel örgütlenmenin amacı da kutuplaşmak ve kavga etmek değildir, amaç diyalog, uzlaşma, müzakere ve barış temelinde ülkenin en ileri düzeye getirilmesini sağlamaktır. Bu amaca hizmet etmeyen bir demokrasinin yasal olarak varlığı söz konusu olsa da kültürel ve bilinçli olmadığı için topluma da ülkeye de yararı yoktur. Türkiye örneğinde olduğu gibi yasal varlığı; istismarı, ikiyüzlülüğü, güvensizliği, duyarsızlığı, liyakatsizliği, sıradanlığı meşrulaştırır ve etkinleştirir.
Gerçek şu ki ülkemizde siyasi partilerin ve politikacıların amacı demokrasiyi, hukukun üstünlüğüne dayalı bir siyasal düzen olarak değil, devlet gücünü ele geçirmek için bir araç olarak kullanmaktır. Bugün iktidar ve muhalefet arasında yaşanan ölçüsüz kavganın nedeni demokrasi ve hukukun hakimiyeti değil, siyasi, ekonomik ve bürokratik gücün elde edilmesidir. Bu kavgada ahlak, adalet, merhamet gibi hiçbir insanlık değeri söz konusu değildir. Değerlerin olmadığı bir siyasette ülkenin ve milletin yararı da yoktur.
Bu nedenle de mevcut partilerden hiç birisinin ‘demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayalı devlet’ iddiasında samimi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü “millilik”, çoğulcu kültürle ve çoğulculuğun güvencesi olan hukukun üstünlüğü prensibiyle çelişmektedir.
--
Demokrasilerde esas olan herhangi bir millete ve dine ait olmak değil, hukuk güvencesinde ‘özgür yurttaş’ olmaktır. Yurttaşlık bilincinin gelişmediği toplumlarda çoğulculuk, eşitlik, özgürlük ve hukukun üstünlüğü bilinci de oluşmaz.
Böyle bir anlayışın sonucu olarak temel sorunlarımızdan birisi olan Kürt meselesini örnek verebiliriz. Demokrasi-barış, kardeşlik iddialarına ve Çözüm Süreci’ne rağmen varlığını ve etkinliğini sürdürmektedir. Sorunun taraflarca istismar edildiği, amacın Kürt meselesini çözmek değil, PKK ile iş tutmayı meşrulaştırmak ve olağan hale getirmek için olduğu açıktır.
Bu nedenle “çözüm” iddiası inandırıcı olamıyor. Çünkü Kürt meselesi, Kürtler dahil, 85 milyon vatandaşın kimlik-inanç-temel hak ve özgürlükleriyle birlikte haklarına kavuşmasıyla mümkün olabilir. Bu da demokrasi ve hukukun üstünlüğü prensibinin topluma ve devlete hâkim olmasını gerektirir. Bu ilkeleri hedef edinen bir siyaset pratiğinden söz edilebilir mi?
Daha açık belirtmek gerekirse çoğulculuk; bir siyasi anlayış ve yurttaşa karşı bir sorumluluk gereği olarak hukuk güvencesine alınmadıkça “barış ve çözüm” iddialarının inandırıcı olması mümkün olmayacaktır.
Kürtlerin veya başka bir etnik, inanç ve dini unsurun dışlandığı bir siyasal düzene “demokrasi” denemez. Demokrasi de hukuk da “milli irade” adı altında etnik milliyetçiliğe ve iktidara basamak yapılmaktadır. Oysa ‘hukukun üstünlüğü’ prensibinin gereği, iktidarı ve devleti evrensel ilkelerle sınırlamak olduğuna göre milli iradenin üzerinde olmak zorundadır. Böyle bir anlayışın toplumsal kesimlerde ve siyasi partilerde kabul gördüğünü iddia etmek hiç de gerçekçi değildir.
Kanaatime göre Türkiye’nin temel meselesi; “milli devlet” ideolojisiyle harmanlanmış toplumsal kesimlerin, partilerin ve ideolojik grupların hukukun üstünlüğü ve demokratikleşmeye direnmesidir. İkinci meselesi de siyasi partilerin ve politikacıların demokrasi iddialarındaki samimiyetsizliğidir.
İktidar ve muhalefet partileri arasında yaşanan gerilim, kavga ve mücadele yöntemine dikkat edildiğinde, iki kesimin siyaset tarzında ve hedefinde demokrasi, demokratik siyaset ve hukukun üstünlüğü olmadığı açıkça görülecektir. Farklı gerekçelerle herhangi birine taraf olunabilir ancak demokrasi ve adalet hedefi olanlar için taraflardan birisini tercih etmeyi doğru bulmadığımı da belirtmeliyim.
Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak tanımlanan siyasi partilerde dahi demokratik siyasetten, çoğulcu kültürden, hatta demokrasiye saygıdan söz edilemeyeceğine göre siyasal sistemin demokratikleşmesi de bu partilerle mümkün olmayacaktır.
Abdulbaki Erdoğmuş